22 Nisan 2012 Pazar

Şöyle bir yerde olaydım, iyiydi.

Bir şeyler yazmam gerekiyor. Ne yazmam gerektiği hakkındaysa, en ufak bir fikrim dahi yok. Hep böyle oluyorum zaten. Böyle olunca önce yazmaya başlıyorum, konu daha sonra gideceği yere kendi varıyor, varmak isterse. Bazen varmak istemiyor, zorla vardırıyorum. Tekme tokat...

Boşluğunuz var mı sevgili bayan? Bana birazcık boşluk bahşeder misiniz, huzurunuzdan?
Bir dilim, bir yudum, bir lokma boşluk ver bana.

Gömleklerimi ütüle istiyorum. Veya vazgeçtim, hepsini kırıştır. Kırış kırış olsun gömleklerim, onları giyip işe gideyim. Kimse beğenmesin beni. Eve geldiğimde sen beni soy ve bir tek sen beğen. Kırışmış gömleklerimle de beğenir misin? Beğen.

Saat olmuş sabahın 5'i. Gözlerimde bir boşluk var ki o boşluktan beynime girebilirsin. Sen girersen, herkes girer. Beynim gider, sen kalırsın. Herkes kalır. Ben kalmam, giderim. Sıkılırım kalabalıklardan. Gürültüden de hiç haz etmem. Sarf ettiğim cümlelere dikkat et, seni kırabilirler. Kalbini kırabilirler. Kırılsın.

Yakınmak fayda etmiyor. Yakılmak fayda etmiyor. Yatılmak fayda etmiyor. Atın beni perhizlere. Rejim yapayım da kilo vereyim. Önce insanlar gelip "Zayıfladın mı sen?" diye sorsunlar. Sonra gitsinler. Tekrar geldiklerinde, "Oha bu ne böyle, ölmüşsün sen!" desinler, mezarımın başında.

Bu aralar da ölümden amma bahsettim. Ölecek miyim neyim? Ölmeyeyim. Ölmemeliyim. Memeli değilim. Hayır, kesinlikle memeli değilim. Memeli sayılmam. Memeli sınıfında olabilirim; ama kesinlikle memelerim yok. Memelerim var gerçi ama, büyük değiller. Büyük olmayan hiçbir şeyi var saymam ben. Mesela sevenim yok. İlla ki sevenim vardır; ama büyük bir sevgileri olmadığı için, yok sayıyorum. Sevenim yok.

Sevgilin mi yok derdin var arkadaş. Bir sevgilim olaydı iyiydi. Bekarlık sultanlıktır derler, külliyen yalan. Böyle sultanlık mı olur? Yalnızlıktan öleceğiz neredeyse. Bekarlık, olsa olsa aptallık olur, ahmaklık olur, andavallık olur. Çok ilginç bir şey bekarlık. Yine de dulluktan iyidir.

Dulluk deyince, aklıma dutluk geldi. Buralar eskiden hep dutluktu ve dut yerdik, erik ağaçlarından. Dutlar, erik ağacında yetişmez; ama biz erik ağacından yerdik. Neden böyle şeyler yapardık, hiç bilmiyorum inanın. Çok deli çocuklardık biz.

Üç beş arkadaş toplanıp, ülke fethederdik. Geçenlerde bir gün gitmişiz Viyana'nın kapısına, kuş atıyoruz. Diyeceksiniz ki, kuş ata ata ülke fethedilir mi? Neden olmasındı. Attığımız kuşlar güvercinlerdi ve özgür. İnsanları özgürlükle fethettik.

Bir hikaye yazdım geçenlerde, sonsuz oldu. Sonunu yazmaya çekindiğimden, belki de biraz üşendiğimden, hikayeye bir son yazamadım. Sonsuz bir hikayem oldu. Sonsuzluğu keşfettim. Bir başı, elbetteki vardı; bir sonu, asla olamadı...

Yatık sekizi keşfettim kendimde. Delikli nane şekeri gibi. Öpe öpe doyamadım. Sonsuz bir hikayenin, son kahramanıydım. Hem de ilktim. Bazen, her zamandır aslında. Ne dediğimi anlamadın, farkındayım. Üstünde biraz daha düşünürsen, ne demek istediğimi anlayacaksın.

Cardante'nin de selamı var hepinize. "Yazacağın yazıya eklemezsen, vallahi küserim." dedi, ondan ekledim. Yoksa eklemezdim. Size ne Cardante'den?

Dante'ye de selam olsun.

"Hayat yolculuğumuzun ortasında,
Kendimi karanlık bir ormanda buldum."

4 Nisan 2012 Çarşamba

Yıl 3041, İstanbul.


Yıl 3041, İstanbul'dayım. Bulutların üstünde yaşadığım bir evim var. Manzarası yok, çünkü hiçbir şey görünmüyor. 1020 yıldır sakladığım bilgisayarımla arada bir internete giriyorum. İnsanlar artık internete girmiyor bu devirde çünkü herkes birbiriyle düşünerek anlaşabiliyor. 

Nadir de rastlansa, hiç değişmeyen şeyler var. İnsanların bazıları hala mutsuz mesela. Oysaki ben 1000 yıldan fazla süredir, insanlara mutsuzluğun çok saçma olduğunu ve mutlu olmak istedikleri taktirde, çok kolay bir şekilde mutlu olabileceklerini anlatıyorum.

Sevişmek artık günlük ihtiyaçlardan biri. Yemek yemek, su içmek gibi bir şey oldu. Sokakta birbiriyle sevişen insanlar görüp şaşıran kimse yok. Ayıplayan da yok; ama gelenekçi tipler çok çok azınlık olsalar da hala varlar. Bi' bitmediler. Öyle sokakta sevişen birini gördüklerinde, "Cık cık cık cık, ıığğğ ne kadar ayıp" diyip geçiyorlar. Müdahale edemiyorlar; çünkü devlet, sevişme hakkını yasalarla bağladı. Kimse kimsenin sevişme hakkını gasp edemiyor. Ettiklerinde düşünce polisleri tarafından, düşüncelerine ket vuruluyor. 

Televizyon denen bir şey de kalmadı artık ama benim tüplü televizyonum da var hala. Şimdiki nesil bunu görünce şaşırıyor. Korkan bile var. Ben televizyona DVD oynatıcımı bağladım, 1000 yıl önceki filmleri falan izliyorum. Sıkılmıyorum, hatta mutlu ediyor. 

Yemekler kapsül haline getirildi. İnsanlar yemek yemeye vakit bulamadığı için, kapsül atıp karınlarını doyuruyorlar. Yine de eski mahalle köşelerinde kebapçılara ve kokoreççilere rastlamak mümkün. Ben mesela oralarda yiyorum hep. Haplar hiç zevkli değil. Bir de o haplar boğazıma takılıyor benim, uyuz oluyorum.

Aaa söylemeyi unuttum. Bundan yaklaşık 350 yıl önce, Dünya'ya yeni bir ırk geldi uzaydan. Bütün erkekleri yakışıklı kaslı ve akıllı, bütün kadınları da güzel, seksi ve akıllı. Çok ilginç bir türler. Dünyayı bu hale getiren de onlar sanırım. Beni de Seviş Elçi'leri ilan ettiler. Onlar kendi aralarında sevişemiyorlarmış, bu yüzden Dünya'ya gelmişler. Milyonlarca yıllık arzuları varmış, milyonlarca yılın patlamasını yaşadılar Dünya'da yani, öyle söyliyim.

Açlık sorunu yok oldu. Artık kimse açlıktan ölmüyor buralarda. O yüzden öyle gereksiz yere üzüntüler de yaşanmıyor. Vadesi dolan sessiz sakin bir şekilde, huzura erişiyor. Açlıktan ölen olmasa da aşklıktan ölenler hala var. Yemeden içmeden kesiliyorlar, bu yüzden ölüyorlar. Görmezlikten geliyoruz öylelerini.

Savaşlar ortadan kalkamadı hala; ama savaşlarda ölen yok artık. Vurulan evine geri dönüyor. Vurulduğu için o üzülüyor; ama ailesi vurulduğu için seviniyor artık. Bir nevi moleküler transportasyon. Tek sorun, vurulduktan sonra evine ışınlanan insanlara hayatı boyunca ezik muamelesi gösteriliyor olması. Savaş başlayınca artık, "Analar ağlamasın!" nidaları yerine, "Analar gülmesin!" nidaları atılıyor. Savaşlar, bir nevi oyun, efendime söyleyeyim, ata sporu falan gibi oldular.

Yeni yeni küfürler türedi bu devirde de ya hu. "Jüpiter'e kadar yolun var!" da neyin nesi? Artık insanlar birbirine kızdığında böyle küfrediyor; çünkü Jüpiter yürüme mesafesi olarak çok uzak. 

Bebekler konuşmayı bilerek doğuyorlar. Teknolojinin gelişmesi buna da imkan sağladı. Artık bebekler anne karnındayken, bilgi akışı sağlanıyor beyinlerine. Böylece doğar doğmaz "Hacı naber? Naptın?" diye doğuyorlar. İlk "Anne" mi yoksa "Baba mı" diyecek derdi yok oldu. 

Emekçiler, diye bir olgu kalmadı; çünkü artık emek diye bir şey yok. Bütün işleri makineler yapıyor, insanlar sadece eğlencelerine bakıyorlar. Serbest zamansızlıktan yakınanlar, şimdi de fazladan serbest zaman var diye yakınıyorlar. Bütün bu durumlar böyle olunca, para denen şey de ortadan kalktı. Her şey bedava. 

Rakı, hala varlığını ve hakimiyetini sürdürüyor. Bir çok yeni alkol türü çıktı; ama rakı müdavimleri, rakılarını bırakamadı haklı olarak. Biz her gece bir 70'lik bitiriyoruz arkadaşlarla. Bu sayede Türk Sanat Musikisi de tarihte kaybolmaktan kurtuluyor. 

Hazır müzik demişken; bu devirde gerçekten kaliteli olmadığı sürece, hiç kimse popüler olamıyor, dinlenemiyor. Demet Akalın bu devirde yaşasaydı ve müzik yapmaya çalışsaydı -ki teşebbüs etmekten bile korkar kaçardı- muhtemelen Jüpiter'e sürgün ve düşüncelerine ket cezasına çarptırılır, hafızası silinir ve ağzı burnu kırılırdı.

Ah bu arada, bütün bunlar nasıl oldu biliyor musunuz?

Hala mutsuz olma çabası içinde olan azınlık kesim dışındaki insanlar, mutluluğun ve hayatın tadına varmaya başladılar. İlk başlarda bunu çekemeyen insanlarla yoğun mücadeleler yaşandı; ama daha sonradan onlar da bize katıldılar. Yoğun bir kalabalık olduk.

İlk başta, kavgaları bir kenara koyup, huzurlu bir insanlık için nelerin gerektiğine toplum olarak karar verdik. 

Mesela, para denen lanet şeyin, insanların huzur bulmasındaki en büyük engel olduğu kanısına vardık ve parayı kaldırma kararı aldık. Parayı kaldırmak için yapmamız gerekenlerin listesini çıkarttık ve sonunda parayı kaldırdık. Lidyalı'ları da tarihten sildik, eksiklik hissedilmedi.

Daha sonra, silahları kaldırdık. İnsanlar birbirini silahlarla öldürüyordu, bu katliama izin veremezdik. Avlananlar için, yeni silah türleri ürettik. Bu silahlar öldürmüyor, sadece karşısındakinin yerini değiştiriyordu. Hayvanların avlanmasına da müsaade edemezdik, bu yüzden avcılar için robot hayvanlar icat ettik ve doğaya saldık. Tek işlevleri koşmak ve kaçmak olan bu robotlar, avcılar için de büyük kolaylık sağladı.

İnsanlara iyi bir eğitim sağladık. Sadece öğretmenin dışında, kişilik ve ahlak bakımından da düzgün büyümelerine yardımcı olduk. Hal böyle olunca, kimse birbirine karışma hadsizliğini yapmamaya başladı. İnsanlar düzgün bir şekilde anlaşabildikleri için, anlaşmazlıklar çok aza indi.

Işınlanmanın keşfiyle birlikte, mesafeler yok oldu. Mesafelere küfredenler, bu üzüntülerinden kurtuldular.

Ve en önemlisi, ilk adımımız; tebessümü zorunlu hale getirdik. Gülmeyen insanlara, gülme tozu üfledik. Dudaklarına tebessümü oturtan insanların bir süre sonra yürekleri de gülmeye başladı. Daha sonra gözlerinin içi gülmeye başladı. 

Fark ettiğimiz şey şu oldu ki;

Güzel bir tebessümün yaptıramayacağı hiçbir şey yoktur.

Gülümse...