31 Mayıs 2012 Perşembe

Savaşta ve 3 çocukta, her şey mübahtır. Durmak yok doğuma devam!

Evet çocuklar. Ben, yeni 3 Çocuk dersi öğretmeniniz Pibi Lolero. Konumuz; 3 çocuk. Hayatımız canımız ciğerimiz 3 çocuk. Malzemelerimiz; Kürtaj, Sezaryen, Meme. Meme önemli çünkü, hayatın her noktasında malzemeler arasında olmalı. Öhm neyse, konumuza geri dönelim. Ders anlatmak da amma sıkıcıymış ya hu. Bu moddan çıkıyorum ben.

Lolero Kafası'nın içine hoş geldiniz. Bir sonraki durak "Kürtaj"

Aslında bu konuyla alakalı hiçbir fikrim yok. Devlet kanadında kim ne açıklama yapmış, dahası neden açıklama yapmış, hiçbir şey bilmiyorum. Bilmek de istemiyorum; çünkü sıkıldım. Bir ülkenin başbakanının, bakanlarının, medyasının ve vatandaşlarının başka işleri güçleri yokmuş gibi, "kürtaj" gibi abesle iştigal bir konuyu tartışmasına anlam veremiyorum. Bir de kalkmış ülkece bu konuya gömülmüşüz. Şehit haberleri, faili meçhul suikastlar, işsizlikler, açlıktan ölümler gibi önemli konuların bile en çok 1 iş günü gündemde kalabildiği bir ülkede, "kürtaj" konusunun günlerce gündemi kurcalaması, gururuma dokunuyor. Meclis kapısının önüne gidip, çırılçıplak soyunup "Bizi salak yerine koymayı bırakın" diyesim geliyor. Soyunmazsam kimsenin dikkatini çekemeyeceğimin farkında olduğum için soyunma kısmını ekledim olayın içine. Daha heyecanlı oldu böyle.

Kürtaj nedir?

Vikipedi'den baktığım kadarıyla kürtajın kelime anlamı, kazımak demekmiş. Buna daha sonra değineceğim; ama bizim şuanki konumuz olan kürtaj, küçük hamileliklerde rahim içindeki ceninin tıbbi müdahaleyle alınması. Ayrıca kürtaj, teşhis amaçlı da yapılıyormuş. Neyin teşhisi bilmiyorum ama heralde rahimle ilgili rahatsızlıkların teşhisinde de kullanılıyor olmalı. Rahim kanseri vs gibi.

Evet, aslına bakarsanız bebek aldırma yöntemi olan kürtaj, cinayetten farksız. Evet, yapılmamalı. Evet, yanlış bir şey. Ama size ne be kardeşim? Kürtaj yaptırarak bebeklerini aldıranlar, çok mu mutlu sanıyorsunuz bu işlemi yaptırdığı için? Güle oynaya mı yaptırıyorlar kürtajı? Hangi kadın bilerek ve isteyerek, zorunda değilse eğer, anne olmaktan kaçınır? İnsan biraz empati kurar da "Ya hu yazık, demek ki zorunda kalmış da kürtaj yaptırıyor..." der. Sen hangi akla hizmet kalkıp Uludere'yle, cinayetlerle kürtajı birbirine eş tutuyorsun? Nasıl bir mantık yapın var veya yoksa demek ki... Mantık yok.

Hadi bunu da geçtim. İstediğini konuş, istediğini yap. Zaten artık kendi haline bıraktık seni biz, millet olarak. Kürtaja karşısındır dile getiriyorsundur, tamam. Nasıl yasaklarsın ya hu? Neyin yasağı bu? Yasak nedir arkadaşım? Sen değil miydin "Yasaklara karşıyız" diye bas bas bağıran? "Özgürlüklerin iktidarıyız. Özgürlük bizim işimiz." diyen? Nerede senin özgürlüğün? Özgürlük nedir veya? Kafana esen, kendi düşünce yapındaki insanlara uyan her şeyi yapıp, seninle aynı düşüncede olmayan insanların fikirlerini hiçe sayıp, onlara ülkeyi zindan etmek midir "özgürlük"? Bu mudur?

Sen her aileden 3 çocuk istiyorsun diye, penisten çıkan her spermin birer çocuk olarak dünyaya gelmesini isteme kafasına nasıl ulaştın çok kıymetli başbakan? Sen yakında bu kafayla, mastürbasyonu da yasaklarsın.
Düşünsenize bir sabah uyanmış gazetelere, haberlere bakıyorsunuz ve hepsinin manşetlerinde yine başbakanın bir açıklaması var.

"Her mastürbasyon bir Uludere'dir"


Devletler, ölümlere üzülmezler. Devletlerin başındaki insanlar da. Timsah gözyaşlarını bir kenara koyacak olursak, bence başbakanın asıl sorunu insanların kürtajları değil. Bir kaç amacı var bu açıklamalarında. Hem de o kadar acımasız amaçlar ki bunlar, kendisini "insanlık" adına böyle bir açıklama yapıyormuş gibi göstermese, ne kadar cani biri olduğu ortaya çıkacak.

Bu amaçlardan biri tabi ki gündem kapatmak. Yalancı gündem yaratıp, insanların zihinlerini oyalamak. Türkiye gündemi "kürtaj" kadar saçma sapan bir konuyla ilgilenirken, kapımıza dayanan bir Suriye savaşı var. Belki de halkı bu konudan uzak tutmak istiyor olabilir.

Memur maaşları konusunun üstünü örtmek istiyor olabilir. Zira bu konu ne kadar gündemde kalırsa, o kadar fazla baskıya maruz kalır hükümet. O hiçbir şey yapmayan ve aslında milleti bile temsil etmeyen milletvekillerinin maaşları o kadar yüksekken, memura maaş yapabilir mi? Para yok para, nasıl yapsın? Hepsi milletvekillerine gidiyor paranın.

Ama benim asıl düşüncem, bu adam 3 çocuk 3 çocuk diye dolanıyor ya dünyanın 4 bir yanında, o yüzden müstakbel çocukların alınmasını istemiyor bu. En ufak artışın bile engellenmesini istemiyor. Peki bu adam neden nüfus artışını istiyor?

Nüfus artışını istemesinin sebebi, pazar güçlendirmek. Tam bir tüketim toplumu olduğumuz şu günlerde, ne kadar kalabalık bir nüfusumuz olursa, firmalar, markalar o denli büyük ve zengin olur. Çünkü tüketici sayısı artar. Çok zeki ya başbakan...

Oğlum bak karışma insanların kürtajlarına mürtajlarına. Özgürlük seviyesini her kısıtladığında, ayaklanma ihtimalini arttırıyorsun. Fark etmiyoruz sanma, fark ediyoruz. Susuyoruz da bir yere kadar. Öyle çaktırmadan çaktırmadan iyice hapsedeceksin falan bizi, ağzınızı yüzünüzü dağıtırım alayınızın ha. Adam olun lan.
Ayrıca bunu okuyan insanlara da bir şey diyeceğim. Bir bırakın şu kürtaj meselesini artık. Hem tepki gösteriyorsunuz, hem adamın istediğini yapıyorsunuz. Başka konulara odaklanın. Gündemi abuk zubuk konularla meşgul etmeyin.

Yazıyı yazarken ben sıkıldım, siz nasıl sıkılmıyorsunuz bu kürtaj konusundan lan?

Hadi gittim ben.

3 Mayıs 2012 Perşembe

Şikelere Geldik Rıfkı Abi

Selam insanoğlu. Size bu gece, Türk futbolundan selam getiriyorum. Türk futbolundan sesleniyorum.

Şaka şaka. Unutun az önce yazdıklarımı. Sizi mantıktan ve bakış açımdan selamlıyor, biraz da benim penceremden olaylara bakmaya davet ediyorum. Saygı duyar da penceremden bakmaya gelirseniz ne ala, ha yok ben istemem kardeş kalsın diyorsanız, oturup medyanın size dayattıklarıyla dolu hayatınıza devam etmenizi keyifle izlerim. Zira, benim için komedi filminden farkı yok.

UĞRUNDA YAŞARIM

Evet. Ben Fenerbahçe'liyim. Doğduğum günden beri de ne başka takım tutmaya yeltendim ne başka takıma sempatim oldu. Her zaman Fenerbahçe'ye sempati besledim, ona gönül verdim. Onun yolunu izledim. En zor gününde de onun acısını yaşadım, en kolay, en mutlu gününde de onunla güldüm.

Hiçbir zaman "Uğrunda ölürüm" diyecek kadar fanatik olamadım; ama "Uğrunda yaşarım" dedim. "Herkes uğrunda ölürse, senin uğrunda yaşar, Fenerbahçe sevgisinin bitmesine engel olurum" dedim. Ve inanın bana, hayatı boyunca hiç kimseye bağlanamayan bir adam için, çok fazla bağlılık yemini içeren bir cümleydi bu. Hayatımda en çok Fenerbahçe'ye bağlandım ben.

BİR GÜN GELDİ Kİ...

Uyandığımda tüm Türkiye, Fenerbahçe'nin şike yaptığı iddiasıyla çalkalanıyordu. Önce sustum, "Acaba?" dedim içimden. Şüphelenmemdeki en büyük sebep, Fenerbahçe'nin başarısı için, dünyayı yıkabilecek bir yönetim anlayışının olmasıydı. Şike de yapmış olabilirlerdi, gayet doğal olarak. Hiçbir şey söylemeden sustum sadece. Gündemi takip ettim sessiz sessiz. Yavaş yavaş, fikirler oluşturmaya başladım.

NEDİR BU "ŞİKE"? NEREDE BU "ŞİKE"? "ŞİKE" NERELERDE SATILIR?

Fikirlerimin oluşmaya başlamasıyla beraber, şike iddialarının saçma olduğu düşüncesi de anbean büyüdü içimde. İddiaların dayandırıldığı "delil" adı verilen tapeler o kadar basitti ki bir çocuğun eline verseniz, "Dalga mı geçiyon benimle gardaş" derdi. Çünkü bu iddialar, yarısından kesilmiş konuşma kayıtlarıyla, belirsiz videolar ve fotoğraflarla kanıtlanmaya çalışılıyordu. Bu aynı, virajın başından bir araba farının ışığını görüp, gelen arabanın markasını iddia etmek gibi bir şeydi. Hatta o kadar bile değildi; çünkü onda en azından arabanın olduğu belirli bir şey olurdu.

Şahıslar arasındaki konuşmalar şike delili olarak sayılmaya çalışıldı. Benim futbol kulüplerindeki arkadaşlarımı arayıp, dalgasına "Oğlum yatın la bu maç kehkehkeh" diye dalga geçişlerim bile konabilirdi bu iddianame içine. Neyse ki bu yetkili abiler(!) beni de içeri almadılar, "şikeci" diye.

Aynı maçları hepimiz izledik. Elinizi vicdanınıza koyun ve söyleyin. Hangi maçta, Fenerbahçe'nin rakibinin Fenerbahçe'yi zorlamadan maçı verdiğini gördünüz? Hangi maçta, bir hakemin Fenerbahçe lehine haksız bir karar verdiğini gördünüz?

Aksine, bugün "Fenerbahçe şike yaptı" diye ağlayanların rakipleri değiller miydi, öyle rahat bir şekilde maç verenler? Onların rakipleri değil miydi, bir tek kendi kalesine gol atmadığı kalanlar? Hakemlerin olumlu ayrımcılık yaptığı da onlar değiller miydi? Evet, onlardı...

Eğer şike böyle bir şey değilse, yenilebilir bir şey miydi? İçecek falan mıydı bu şike? Yörelerimizden birine has bir oyun havası mıydı? Nedir lan bu "şike"? Çünkü benim bildiğim "şike" Fenerbahçe'den çok GS ve TS camiasına daha çok yakışıyordu.

LET THE GAME BEGINS...

3 Temmuzda başlayan bu oyun, günümüze kadar, yani 3 Mayıs'a kadar, devam etti. Kısa bir süre daha devam edeceğe benziyor. Bu arada kalan 10 aylık süreçte Fenerbahçe;

  1. Başkanından ve yöneticilerinden ayrı kaldı.
  2. Avrupa kupalarına gönderilmedi.
  3. İyi para edebilecek bütün oyuncularını satmak zorunda kaldı.
  4. Yönetimi, teknik ekibi, oyuncuları ve taraftarları sinir harbi yaşadı.
  5. Borsadaki değeri düştü.
Bütün bunların dışında, medyanın çoğunluk kısmının hakaretlerine, iftiralarına ve haksız eleştirilerine maruz kaldı. Yıldı veya yıkıldı mı? Hayır. 12 numarasıyla birlikte, bütün camia kenetlenerek ayakta kaldı ve mücadelesine devam etti.

Bir çok dalda her sene aldığı şampiyonluklarına, bu sene de ara vermedi. Rakiplerinden ne kadar üstün olduğunu, bu sene de gösterdi. Üstelik bunları yaparken bu camia, rakipleri susmadı. Sürekli konuştular. Hakaret ettiler, iftira attılar, baskı kurdular. Haksız bir tarafın yapacağı her şeyi, eksiksiz yerine getirdiler. Bağırdılar, çağırdılar.

ADALETSİZ TÜRKİYE!

Bu asılsız iddiaların başlangıcında "Adalet yerini buldu" nidaları atanlar, Fenerbahçe'yi yerden yere vuran manşetleri atanlar, Fenerbahçe'nin masum olduğu açıklanmaya başlanınca, masumluğu açıklanacağı belli olunca, "Adalet sistemimiz çöktü, böyle adalet olmaz olsun, Fenerbahçe'yi kurtarmaya çalışıyorlar!" nidaları atmaya başladılar. Yani bir nevi, ağlamaya başladılar.

Hem de bu ağlayanlar neler yaptılar biliyor musunuz? Adeta birbirleri için mücadele ettiler. Birbirleriyle oynadıkları maçlarda, bu taraflardan bir tanesinin futbolcuları, karşı tarafa maçı verdiler. Alenen, mücadele bile etmeden, futbol ve spor ahlakına yakışmayan bir şekilde, maçı verdiler. Bunu hepimiz gördük. Bunu reddedebilecek olan zihniyetin, ne futbolla ne de sporla uzaktan yakından alakası olamaz; ama bugün yaptıkları açıklamalarda çıkıp hala onurdan, gururdan söz ediyorlar. Sevgili arkadaşlarım, inanmayın bu palavralara. Evet son yaptığınız maçta yenilmediniz; ancak bu, bundan önceki maçta resmen maçı vermediğinizi göstermez.

Sırf haklı çıkmak adına asıldınız bu maça. Türk halkını salak mı sanıyorsunuz? Madem böyle oynayabiliyordunuz, sormazlar mı size, geçen maç neydi öyle o zaman diye? Biz akıllı insanlarız sevgili Trabzonspor futbolcuları. Yemeyiz bu tarz cümleleri. Yapmayın. Onursuzluğunuzu, yalancılığınızla kapatmaya çalışmayın.


HERKES HADDİNİ HUDUDUNU BİLMELİ

Ben böyle bir yazıyı yine yazmazdım. Ancak Türkiye'nin 2 büyük kulübünün, saygı değer 2 teknik adamının bu gece yaptığı talihsiz açıklamalar, bu yazıyı yazmak zorunda bıraktı beni. En azından bu yazıyı okuyacak 3-5 kişiye ulaştırmak istedim düşüncelerimi.

O 2 saygı değer teknik adam birleşmiş Fenerbahçe'min teknik direktörüne saldırıyorlar. Ey saygıdeğer abilerim, size sorarım. Sizin kulübünüz, haksız bir şekilde 10 ay boyunca hırpalansaydı, yıpratılmaya çalışsaydı, siz hala görevinizin başında olabilir miydiniz? Ben söyleyeyim size cevabını; O-LA-MAZ-DI-NIZ.

Geçen hafta Trabzon'da oynanan maçı hepimiz izledik ve o rezilliğe hepimiz şahit olduk. Sizler de izleyip, sizler de rezilliğin farkına varmışsınızdır. Şüphesiz ki Aykut Kocaman da bu maçı izledi ve normal bir maç olmadığını o da fark etti, bunu fark eden milyonlarca insan gibi. Haklı olarak, efendiliğinden asla taviz vermeden, bu duruma sitem etti. Bir nevi, milyonlarca insanın sözcüsü, tercümanı oldu.

Siz hala kalkmış o KOCAMAN yürekli adama, "Saygısız" mı diyorsunuz? Asıl saygısız olan sizlersiniz. Siz hala o KOCAMAN adama laf mı ediyorsunuz? Hangi yüzle? Az bile söyledi Aykut Kocaman. Hala kalkmış onurdan, gururdan ve haysiyetten bahsediyorsunuz. Bunlardan bahsedecek son insanlarsınız siz. Siz, onurunuzu hiçe saymış bir güruhsunuz. Bırakın Türk futbolu içinde, Türkiye'de bile yeriniz yok.

Siz sadece, aklanıp, rahat ve güneşli günlere ulaşan Fenerbahçe'nin gazabından korkan bir avuç onursuz insan sürüsüsünüz. Çünkü ne kadar büyük bir güçle karşı karşıya kalacağınızı biliyorsunuz. Şuan, haksız bir insanın yapacağı son çırpınışları yapıyorsunuz.

FENERBAHÇE GELİYOR.

O aylarca ezmeye çalıştığınız, yıprattığınız, hırpaladığınız Fenerbahçe, sizden öcünü almaya geliyor. Bu sefer eskisinden de güçlü, eskisinden de yıkılmaz bir şekilde geliyor. Hani bir laf var ya, "Öldürmeyen acı güçlendirir" diye, işte tam bu durum için yaratılmış olmalı bu söz. Fenerbahçe'yi öldüremediniz, aksine daha da güçlendirdiniz. Ve biz geliyoruz.

O televizyon kanallarında, ağızlarından salyalar aka aka Fenerbahçe aleyhine, komik iddialarda bulunan ihtiyarlar da korksun. Onların asıl korkusu da bu zaten. Bu süreçten Aziz Yıldırım ve Fenerbahçe güçsüz bir şekilde çıkmazsa, en çok onların canı yanacak. Bunu biliyorlar ve bu yüzden bağırıp çağırıyorlar hala. Evet Erman Toroğlu, evet. Senin de canını yakacaktır bu camia.

Çünkü kimsenin ahı Fenerbahçe'de kalmaz. Bize ah ettirenlerin ahlarını, itinayla geri veririz sahiplerine. Sizin asıl korkularınız, uykularınızı kaçıran sebepler de bunlar değil mi? İtiraf edin.

Neyse dediklerimi dediğime göre, hayatıma devam edeyim. Haksız mıyım ama? Haksızsam, "Haklısın" deyin...  Evet biliyorum, haklıyım.

HAKLIYIZ, KAZANACAĞIZ.